Şeybetü’l Hamd… “Abdülmuttalib” diye bildiğimiz büyük babasının asıl ismidir. Babası Haşim, O dünyaya gelmeden evvel bir yolculuk sırasında Filistin’in Gazze şehrinde vefat etmişti. Doğduğu zaman saçı bembeyaz olduğu için Arapça’da “ak saçlı” manasına gelen “şeybe” ismi konuldu.Böyle evlada şükretmek için ismi Şeybetü’l Hamd oldu. Meşhur ismi Abdülmuttalib, “Muttalib’in kölesi” demek… Babası vefat edince Abdülmuttalib, Medine’de annesi ile beraber dayısında kaldı. O’nu gören herkes, alnının parlaklığını halinin güzelliğini fark eder ve çok farklı ve benzersiz bir asalete sahib olduğunu anlarlardı. Şeybe’nin hal ve tavırlarındaki üstünlük Kureyş’in lideri amcası Muttalib’e haber verildi…
Muttalib, o güne kadar yeğenini hiç görmemişti. Bir deveye binerek Medine yolunu tuttu. Medine’ye vardığında Şeybe’yi kapılarının önünde çocuklarla birlikte oynuyor buldu, kimseye sormadığı halde yeğeninin hangisi olduğunu bildi ve bir müddet yaşlı gözlerle çocuğu seyretti. Daha sonra bu anı tasvir eden dokunaklı şiirler de yazacaktır. Muttalib, Şeybe’yi de Mekke’ye götürmek üzere annesi Selmadan müsaade aldı… Amca-yeğen uygun bir vakitte Mekke yoluna koyuldular… İşte Muttalib, devesinin üstünde, arkasında da yeğeni küçük Şeybetü’l Hamd olduğu halde Mekke’ye girdiler. Muttalib, Mekkeye girerken tanıdıkları terkideki çocuğu kastederek:
-Bu çocuk da kim ya Muttalib?
“Biraderimin çocuğu” dese “koca Mekke Reisi yeğenini nasıl gezdiriyor!” diye dedikodu yapılabilir endişesi ile
-Kölem, diyor soranlara.
Şeybe bundan sonra, “Abdülmuttalib” diye anıldı. Muttalib’in kölesi” yani. Gerçi MUttalib, kısa zaman içinde Şeybe’yi “yeğenimdir” diye takdim etti ama, O, hep “Abdülmuttalib” olarak bilindi… Abdülmuttalib bambaşka , çok farklı. Alnında parlayan Resullullah efendimize ait nur hayır ve bereket vesilesi. Ne zaman Mekke’de kuraklık olsa rica ediyorlar; Abdülmuttalib’le birlikte Sebir dağına çıkılıyor. her seferinde sağanak sağanak yağmur yağıyor.
Abdülmuttalib sekiz yaşına geldiğinde amcası Muttalib vefat etti ve o’nun yerine Abdülmuttalib, milletine emir oldu. Yüzkırküç yıllık ömründe herkes O’nu sevdi. insanlar gönüllü olarak idaresine girerdi. İran kisrası hariç yabancı devlet başkanları O’nun fazilet ve büyüklüğünü kabul eder ve hürmet duyarlardı. Asrın en büyük devlet reisi kabul ediliyordu. Bütün bu üstünlüklerin; bu iyilik ve güzel hasletlerin sebebi Kainatın Efendisine ait nur… İşte peygamberimizin dedesi bu! Hayatı ve bir bir hakikat olan rüyaları ile O’nun geleceğini müjdelemiştir…
Daha pek genç olduğu sıralarda, bir gün evinde uyuyor ve uyandığında erginleşmiş, daha bir güzelleşmiş ve gözleri sürmeli…Bir kahinden olayın izahı soruluyor.
-Hemen evlenmelisin! diyor kahin.
Abdülmuttalib, iki kere evlendi. İlk hanımından oğlu Haris dünyaya geldi. Ve bundan dolayı O, “Ebu Haris” künyesi ile anıldı. Birinci hanımı vefat edince bu sefer Fatma binti Ömer ile evlendi. Bir gün Abdülmuttalib, odasında iken ani bir uyku basırması ile uyuyakaldı. Olağanüstü bir rüya gördü? Bir kahine gitti rüyasının tabiri için. Cinlerle bilgi alış verişindeki bu kahinler kendilerine mahsus bazı usullerle gelecekten haberler veriyorlar… Abdülmuttalib anlatmaya başladı rüyasını.
Belimden bir beyaz zincir çıktı.Bir ucu en doğuya, bir ucu en batıya, bir ucu gökyüzüne, bir ucu yerin dibine uzanıyordu. Şaşkın bir halde zincire bakıyordum ki bu seferde yeşil bir ağaç oldu. Zincir ağaç haline gelmişti. Dünyada kaç türlü meyve varsa, hepsi bu ağacın dallarından sarkıyordu, Ağaç aynı zamanda nur fışkırıyor. Işığı, güneşi ışığını bile örtmüştü. İnsanların hepsi bu ağaca secde ediyordu. Ağacın parlaklığı giderek daha da arttı.
Kureyş kabilesinden bir cemaat ağacın dallarından tutundular. Bazı kureyşliler ise ağacı kesmek için bir araya geldiler.
Birden ortaya çok güzel yüzlü bir insan çıktı. Bu kadar güzel simalı birini hiç görmemiştim. Bu hoş insan, ağacı kesmek isteyenlerin gözlerini çıkardı. Ağacın nurundan almak için elimi uzatırken sordum o güzel yüzlü adama
-“Bu ağacın nuru kime kısmet olur?”
-“Kim bu ağacın dallarına yapışırsa ona!” dedi.
-“Siz kimsiniz?” dedim.
Biri:
-“Benim ismim Nuh’dur” dedi.
Öbürü:
-“Benim ismim de Halil İbrahim’dir” dedi.
Sonra da:
-“Ey Abdülmuttalib, bu şecere, bu ağaç o kadar mübarek, o kadar şereflidir ki, kandan kana geçerek baba ve dedelerinden sana kavuştu haberin olsun…” dediler.
Abdülmuttalib, rüyasını anlatıp bitirdiğinde kahin adeta istemeye istemeye rüyayı tabir etmeye başladı:
-Neslinden son peygamber gelecek ve O’nun getirdiği din ebedi olarak yaşayacak…
Nuh peygamberin görünmesi şuna delalet ediyor; O zata karşı gelenler Nuh ümmetinin asileri gibi bela denizinde boğulacaklar… Rüyada gördüğün İbrahim peygamber ise bir müjdeye işarettir. O’na tabi olanlar, Allah’ın “dostum” dediği İbrahim Peygamber’in sevdiklerinden olurlar. Peygamberimizin babaannesi Fatıma binti Ömer, Resullulah Efendimizin babası Abdullah’a hamile kalınca, “nur” büyükbaba Abdülmuttalib’den Fatımanın alnına geçti. Bundan da Abdullah doğunca O’nun alnına geçti…